30 Ağustos 2025 Cumartesi

Yaz ne çabuk geçti Asuman!

     Eskiden yaz tatillerinde bizim memleket çok sıcak olduğu için insanlar yayla evine çıkarlardı. E tabiki biz de kader mahkumları gibi çıkardık, çünkü şehir gerçekten çook sıcak olurdu ve yayla gündüzleri sıcak olsa da gölgesi ve de gecesi gayet serindi. Tabi telefonun çok çekmediği, akıllı telefonların da olmadığı yıllar... Gündüzleri "Sihirli Annem" in tekrarı olurdu televizyonda. Biz de onu izlerdik. Orada Periler bir şeyleri değiştirmek ya da farklı yapmak istediklerinde " Zamaaaan geriye aksııın!" Diyorlardı ve hoop istedikleri geçmiş bir zamana geri dönüyorlardı. Şimdi bir peri olsam yaz tatilinin başına dönsem mesela, çok güzel olmaz mıydı Asuman? ( Seni tanımıyorum ama ben bugün sana anlatmak istiyorum Asuman:)) 

    Dinle Asuman, sevgilisiyle uzun zaman sonra görüşme imkanı bulup istediği şekilde vakit geçiremeyen ve de üstüne onu yolcu etmek zorunda kalan biri gibi yazacağım sana? Yaz tatilini yolcu edeceğiz birlikte... 

      Aslında bu yaz tatili güzel başladı. İlk yurtdışı seyahatimi sonunda ailecek yapabildik. Yunanistan'a arabayla gittik ve Dedeağaç, Kavala ve Selanik'i gezdik. Pandemi öncesinde de yurtdışı planlarımız vardı aslında ama pandemi nedeniyle olamamıştı. Sonra kızım doğdu ve onun büyümesini bekledik. Bu sene de yeşil pasaport çıkarınca " Yunanistan'a da gidemeyeceksek çıkmayalım bir yere! " motivasyonuyla bir gecede planlayıp yola çıktık. Bu tatilde İngilizce'min gayet yeterli olduğunu, Türkiye'de yemek porsiyonlarının çok küçük olduğunu, kabak kızartmasının ve Greek Salad'ın harika bir şey olduğunu, Türkiye'de verilen paraya karşılık alınan hizmetin ne kadar vasat olduğunu deneyimledim diyebilirim. Ve döner dönmez bir sonraki seyahati planlamaya başladım. 
    Yunanistan'dan döndüğümüzde memleket gezilerini planlamıştık ama sonra kızımın tuvalet eğitiminde yaşadığı "kaka tutma" sorunu nedeniyle gezileri askıya alıp bu konuyu halletmeye odaklandık :)) Hahahha Yunanistan gezisinden sonra çok matah bir konuya geçiş yapmadığımın farkındayım evet, ama hayat tam da böyle geçişleri olan bir film gibi değil mi Asuman?  Kitaplarla, oyunlarla ve bu tür geçişlerin çocuklar için zor olabileceğini kendime hatırlatarak yaptığımız sohbetlerin neticesinde bu sorunu çözdük çok şükür :)) Bir insan evladının dünyaya bu kadar sıfır bir şekilde gelmesi beni bazen düşündürüyor Asuman :)) 

    Tabi bu süreçlerden geçerken ben de kendi kendime pilates ve detoks süreçlerinden geçtim. Yunanistan'da aldığım iki kilonun bir buçuğunu zor bela verdim :))  Bugün de kızımla orman meyveli kek yaptık hatta. Kutlama için canım, gülme Asuman gülme :))) 

      Tatile gidemediysem tamamen de münzevi bir hayat geçirmedim canım... Oturduğum sitede yeni insanlarla tanıştım. Her akşam köpeğini dışarı çıkaran Emine mesela, yeni arkadaşım oldu. Köpeği Venüs de kızıma arkadaş oldu. Hatta Venüs sayesinde sitede oturan diğer çocuklarla da arkadaş oldu kızım. Çocuklardan uzak durmayı tercih eden ve pek yanaşmayan kızımın sosyalleşmesi beni o kadar mutlu ediyor ki anlatamam. Ah bu arada kızımın ilk aşkına şahitlik ediyor olabilirim. Arda, Venüs'ü seven çocuklardan bir tanesi ve 8 yaşında. Kızım sürekli " Arda nerede? " Diyor. Onu görünce utanıp saklanıyor. Geçen gün bisiklet sürmesini öğreniyordu ve Arda'yı görünce bisikleti tutmayı bırakıp " Meyabaaa" Dedi, görmen lazımdı Asuman :)) Sence de 3,5 yaş bu duygular için biraz erken değil mi Asuman?! 

    Hiçbir şey yapamamış gibi hissetsem de bir şeyler izlemeyi ve de okumayı da başardım sanki. 
Ne izledim? 
Modern Kadın'ı izledim. İrem Sak'ı sever misin bilmem, ama bu dizinin senaryosunda ve de pek çok yapım aşamasında emeğinin olmasını ben çok taktir ettim :) Bir kere her kadının kendisinden izler bulacağını, erkeklerin de azıcık aydınlanacağını umduğum bir dizi olmuş. Samimi buldum, son zamanlarda izlediğim en tatlı dizilerden biri olarak da özel bir yere koydum. Ayrıca İrem'in babasına olan sevgisine dizide de özel bir yer ayırmasını kıymetli bulduğum gibi çok sevdiği babasını bir kaç yıl önce kaybetmesine de çok üzüldüm. Çeşitli sebeplerle yas tutan herkese sarılasım var Asuman. 

    Ne okudum? Bahar Eriş'in Güneşin İki Yüzü kitabını okudum. Aslında Bahar Eriş'in ilk roman deneyimiymiş bu kitap ve 'ilk roman' olması açısından başarılı buldum, kitaptaki çoğu düşüncelerde de kendimi buldum. 

    Aslında gerek " Modern Kadın"da gerek " Güneşin İki Yüzü" Kitabında ortak noktalar "kadının toplumdaki yeri"  ve "kadına olan bakış açısı" ydı diyebilirim. Yani bu temalar her iki kitapta da baskındı.  Bir şekilde kadınların kendilerine dayatılan yargıları ve de yükleri sorgulayıp bunları eleştirdikleri işlere bayılıyorum... 

     Ne çektik be Asuman? Sen, ben, annelerimiz, arkadaşlarımız, bu coğrafyadaki tüm kadınlar... Ben böyle söyleyince feminist bir yerden konuştuğumu söylüyorlar bazen ama ben de: " Kadın erkek olarak değil iki insan olarak bakıyorum olaya. Ve ezilen kimse, onun yanındayım. Maalesef bugün daha çok kadınlardan bahsediyorsam aslında bir insan hakları eşitsizliği söz konusu olduğu için bundan bahsediyorum. " Diyorum. Çünkü bence öyle.. Maalesef halen bu çağda bile derdimiz görülmek, yükümüzün eşit paylaşımı, bastırılmadan, ezilmeden, eksiltilmeden ya da öldürülmeden yaşama hakkımızın savunulması... Yine de beni mutlu eden bir şey var, artık sosyal medyada olsun başka yerde olsun kadınlar daha çok anlatıyor, birbirini daha çok destekliyorlar ve bazen bu tutumun erkeklerin farkındalıklarını da olumlu anlamda arttırdığını düşünüyorum. Böyle böyle birbirimize omuz olacağız, birbirimizin yurdu olacağız Asuman! 
     
     Gelecek hafta okullar açılıyor, kızım da anaokuluna başlayacak... Çok heyecanlı, stresli ve de meraklıyım. Kızımın okula alışma sürecinde yaşayacağım zorlukları öngörüyor ve kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Ben bazen zaman ileri de aksın istiyorum Asuman :) 

     Bende haberler böyle Asuman :) Geldik gidiyoruz, her gün yeni yeni sınavlardan geçiyoruz. Böyle söyleyince de ninem gibi konuştuğumu fark ettim, tövbeler olsun Asuman :)) 


23 Temmuz 2025 Çarşamba

Merkezden Bildiriyorum!

   Bu sabah her zamankinden daha erken uyandım ve  bir süre sadece yatakta kalmak istedim. Hayatta en sevdiğim şeylerden bir tanesi de bu işte: Erken kalkıp bir süre yatakta oyalanmak, yeni başlayan günün odaya yansıyan ışığında umudu duyumsamak... Ve tül perdemi havalandıran esintinin tenimi okşaması... " Harika bir gün olacak. " Dedim kendi kendime. Tüm negatifliklere rağmen... Ya da belki onlarla birlikte. 

   Öyle ya birazdan bu esinti yerini sıcak bir hava dalgasına bırakacak... 

   Şu sıralar hava o kadar sıcak ki, akşama dek eve hapsolmuş gibi hissediyorum. Kapıyı pencereyi kapatıp klimayı açmanın insanı hayattan izole hissettiren bir tarafı var. Ve bir süre sonra bu fazlasıyla sıkıcı olabiliyor :) 

    Eve hapsolmak demişken elbette kızımla birlikte evde olmanın yorucu bir tarafı ve de tatlı bir meşguliyeti var. Modern anne olucam derken biraz abartmış olabilir miyim, a dostlar? Bu kız bir sene sonra ayrı eve çıkacak kadar bireysel oldu! Her şeye "Hayır" diyor ve mantıklı bir açıklama sunmadıkça da hayır kararında inat ediyor.. "Kime çekti bu  kız!" diye söylenmeyi bıraktım, çünkü annem çoktan kızımı "Küçük Merve" olarak ilan etti. Ve ben anneme zorlandığım kısımları anlattığımda öyle bir keyif alıyor ki, sanki karmaya teşekkür ediyor kadın 😆 

  Baktım içimdeki kötü enerjiyi yansıtacak bir kanal yok, "E spor yapayım madem. "dedim. Pilates videolarının bazılarında baştan pes ettim ama mata uzanıp izlemesi çok keyifli geldi. 😆😆 Yapabileceğim videoları bulunca da canımı çıkartacak kadar yaptım ve sonraki günler bacaklarım bana isyan etti. Zamanla ya vücudum alışacak ya da bir ortopedi doktoruna gitmem gerekecek :)) 

Tabi benim umudum şu şekilde: 


    Geçen gece kabak detoksuyla ilgili video gördüm ve 3 günlük bir program olduğu için "Yaparım bunu ben." dedim. Bugün ilk günüydü ve kabak yemektense aç kalmayı tercih edeceğime karar verip üstüne dondurma yedim. 

    Yapmaya çalıştığım pilates videolarında  hoca sürekli şunu diyor: "Şimdi kendi merkezimize dönüp sakince dinleniyoruz. " 

Bu cümle hoşuma gitti. Galiba şu sıralar hayatımı da özetliyor. Kendi merkezime döndüm, dinleniyorum :) 

Ve sizleri seviyorum... 



Yael Naim- New Soul


10 Haziran 2025 Salı

Mukadderat

      


      Ne zamandır afişini ve oyuncularını görüp izlemek istediğim bir filmdi Mukadderat! Ve dün bu filme şans vererek ne iyi ettim :)) Filmi izlemeden  evvel Mukadderat tam olarak ne demek, önce ona baktım :) ( Canım Momentos'a da buradan sevgiler, selamlar demek istedim :))

     Mukadderat kelimesi Arapça kökenli olup, yazgı anlamına gelir. Genellikle insanın kontrolü dışında gerçekleşen olayları ve alın yazısını ifade etmek için kullanılır. 

     Film, Sultan'ın( Nur Sürer) eşini kaybetmesiyle başlıyor. Aslında beklenen bir ölüm, ama Sultan onca sene evlilikten sonra yalnız başına yatakta yatma fikrinden çok etkileniyor ve aniden evlenme isteğini bildiriyor çocuklarına. Bu arada kızı ( Aslıhan Gürbüz) İstanbul'da yaşayan, evli ve çocuklu aynı zamanda da bankada çalışan dominant bir karakter. Oğlu ( Osman Sonant) Kastamonu Cide'de yaşamını süren; evli ve çocuklu, kahvecilik yapan ve o yaşına dek de belli ki çeşitli girişimleri olup bu girişimlerinde başarısız olmuş bir karakter. Babalarının vefatı onları bir araya getiriyor ve aile içi dinamikleri görme şansımız oluyor. 

    Çocuklarının tüm itirazlarına ve mahalle baskısına karşın, Sultan'ın yeniden evlilik yolunda adımlar atmasını ve bu konuda lafı olanlara ağzının payını vermesini keyifle izliyoruz. Kocasının kaybından hemen sonra böyle bir istekte bulunması başta absürd gelse de çok güzel söylüyor Sultan: " Kaç senedir kocam o benim? Ben şimdi gece uyurken kimin hırıltısını dinleyeceğim, kime meyve soyacağım? Kolay mı sanıyorsunuz tek başına kocaman yatakta uyumak?" Ve diyor ki çocuklarına " Babanız ölse hemen yarını ona bakacak bir kadın arayacak, onu evlendirme derdine düşecektiniz? Ben isteyince neden sorun oluyor?" Bu vefat çerçevesinde aslında birçok toplumsal konuyu da sorguluyoruz. Mesela bir kadın kocasını kaybettikten sonra, hele de yaşını başını almış bir kadınsa, toplum ona neden dizini kırıp evinde oturmasını, yasını tutup ölümü beklemesini söyler? Ya da miras olayında neden kız çocuğu göz ardı edilir veya erkek çocuğuyla kız çocuğuna eşit dağılım yapmak bile hala günümüzde oturmamış bir mevzudur? 




       Bir kadının kocasının kaybından sonra kendi hayatını ve isteklerini, tüm itiraz ve engellere rağmen keşfetmesini ve bu yönde adımlar atmasını izliyoruz filmde. Ve bunları öyle dramatik bir havada da ele almıyor bu arada. Hatta yer yer öyle şeyler oluyor ki, ben çok güldüm :)) Gerek Kastamonu Cide manzaraları gerek oyunculukların doğallığı öyle gerçek hissettiriyor ki; adeta Sultan'ın bahçesine bir sandalye de siz atıp atıp oradan izliyorsunuz olan biteni :)  Uzun zamandır izlediğim en tatlı filmdi. Şiddetle tavsiye ederim :)

       ...

30 Mayıs 2025 Cuma

Vitesi Manuel, Cesareti Otomatik!

  

    Yaklaşık 6 yıldır araba kullanıyorum. Aslında ehliyetimi üniversitenin ilk senesini bitirdiğim yaz aldım. En büyük isteklerimden bir tanesi buydu ve yakın arkadaşlarım da ehliyet almak için kursa yazıldıklarını söyleyince: " Hadi Merve" dedim. Kursta bana direksiyon dersi veren eğitmen ( Sözde oranın en usta eğitmeniydi ve en iyisiydi) sabırsız, sinirli, sürekli konuşan bir adamdı. Yani ne konuda ustaydı bilmiyorum ama  bu eğitimi bana verecek en uygunsuz kişiydi bence. Çünkü ben zaten kaygı düzeyi ve sorumluluk duygusu yüksek bir insanım... Benim bu konuda cesaretlendirilmeye ihtiyacım varken bu eğitmen, olan cesaretime de zarar verdi diyebilirim. 

     Yine de arabanın çalışma şeklini anladım ki ehliyetimi alabildim. Tabi o zamanlar şimdikine göre daha kolaydı. Ehliyetim senelerce cüzdanımda durdu öylece... Orada olmasından mutluydum ama onu kullanacak cesaretim yoktu. Ya birine çarparsam? Ya birine bir zarar verirsem? Kocaman araba yani bu, hele de düz vitesli bir arabada vitesi değiştirmeye uğraşırken bir yandan da akan trafiğe nasıl dikkat edeceğim? Abim diyor ki: " Boş ver düz vitesi, hiç uğraşma. Sen direkt otomatik araba al." Bunu da cesaretimi kıran bir cümle olarak kabul ediyorum. 

    Sonra  eşim bu konuda beni çok cesaretlendirdi. İlk birkaç sefer onunla çalıştık ve anladım ki; araba konusunda, özellikle eşimden gelen bir uyarı beni anlamsız şekilde duygusallaştırıyor ya da öfkelendiriyor :)))) Hahahah, bence bu olay duygusal  bağ hissettiğin bir insanla olacak şey değil. Derken bir gün eşim, tanıdığı çok sakin bir hanımefendiden bahsetti bana. "Siz kesinlikle iyi anlaşırsınız." dedi ve tanıdığı bu kadının direksiyon eğitmenliği yaptığını açıkladı. Ertesi gün, Gülay Hanım’ın çalıştığı sürücü kursunun önünde beni bırakıp gitti adam :))) Ben tabi oradan sonra dönemedim arkadaşlar. Çünkü gurur ve dozunda bir öfkenin harekete geçiremeyeceği bir Merve'yi tanımadım ben :) Belli ki eşim de beni tanımış :) 

     Gülay Hanım o kadar tatlı bir insandı ki; beni yüreklendirdi, bana kendi deneyimlerinden bahsetti ve gerek dikkatli önerileriyle gerek bana olan iltifatlarıyla ben kendi başıma kısa sürede düz vitesli bir arabayı kullanma cesareti gösterdim. Türk işi motivasyon şeklinin de katkısı olmadı diyemem: " Şu kişi bu işi yapıyorsa, neden ben yapamayayım?" :))) Hayatımdaki o kişilere teşekkürü bir borç bilirim :)

   Altı yıldır araba kullanıyorum ama park konusu bende hala sıkıntılı. Yani özellikle büyükşehir trafiğinde arkada araçlar varken paralel park yapmaya çalışmak filan benlik kısımlar değil hâlâ :) Ama böyle evimin bulunduğu sitede, sakin ve geniş yerlerde rahatım yani. Bir şekilde işimi görüyorum.  

     Evimin bulunduğu sitede karşılıklı bloklar var ortada sosyal tesis, otopark, çocuk parkları gibi alanlar var. Ben ne zaman arabayı park edecek olsam, sitemizde oturan yaşlı amcayla karşılaşıyorum. Bu arada kendisine yer vermezsem eksik olacak. Kendisi 70'li yaşlarında dimdik duruşu olan, saçları bembeyaz, her gün ama her gün yürüyüş yapan, yürüyüş yaparken de eski tip kablolu kulaklığıyla sürekli birileriyle konuşan bir bey.  Öyle ki zaman içerisinde biz bu amcayla ortak bir sırrı paylaşır hale geldik: Benim araba park etme maceralarımı yani. 

        Bundan birkaç ay evvel onun yürüyüşü benim araba park etme anıma denk geldi ve bana sözleriyle yardım ettiğini düşündü. Başta kızdım, yani bey amca yoluna bakıp yürümeye devam etse ben her zamanki gibi zaten park edeceğim. Ama yok, durdu ve beni izledi. Direktifler verdi ve ben tabiiki onu dinlemedim. İndiğimde de "Olacak olacak." dedi. Yani izin versen daha rahat olacaktı bey amca, diyemedim. Sonraki günlerde de ya yürüyüşte ya başka park etme anlarında artık birbirimizi tanır ve birbirimize selam verir olduk :)) Adam beni ne zaman görse gözleriyle dahi gülüyor bence :)) Ben de içten içe "Aha başımın belası." diyorum ama gülüşlerim artık daha samimi. 

      Dün yine o meşhur anlarımızdan biri daha yaşandı. Ben arabayı park ederken o yine durdu ve bana bakıyordu. Bence harika bir iş çıkarıyorduuum... Ki kamelyanın çıkıntılı bir kısmı varmış ona vurdum :) Aslında bence sert vurmadım, değmekle vurmak arasında bir noktaydı diyeyim. :)) Ama bey amca arabanın etrafında şöyle bir dolaştı ve " Bence artık oldun sen. Bu kısmı ben de çoğu kez göremiyorum. Vura vura öğrendik biz de. " dedi. Ben de "Sizin arabanızı koyduğunuz yer sitenin diğer ucunda tabi." dedim. Koca bir kahkaha attı ve haklı olduğumu söyledi :))) 

       Az önce okuldan sonrasını düşünürken bey amca geldi aklıma ve güldüm :) İsmini bile bilmediğim bu yaşlı adamın her akşam orada olup yürümesi hayatımın basit gibi görünen önemli bir detayı haline geldi :) Umarım bugün arabayı çok süper , harika ve de havalı park ederim, n'olursun Allah'ım, Amin :)))

Nil Karaibrahimgil- Hadi İnşallah

23 Mayıs 2025 Cuma

Sıradanlığın Güzelliği

    



    Matt Haig'in Zamanı Durdurmanın Yolları isimli kitabında  şöyle diyor oradaki öğretmen: " Birini, özellikle de hiç ummadığım birini ne zaman kitap okurken görsem uygarlığın biraz daha güvende olduğunu hissederim." Özellikle de bahar aylarında bahçede top oynamak isteyenler kadar kitap okuyan öğrencilerde de bir artışın olduğunu görmek beni mutlu ediyor. Elinde kitabıyla koridorda yürüyen bir öğrenci gördüğümde kendi lise yıllarıma gidiyorum :)

    Lisedeyken özellikle de bahar aylarında fantastik kitaplar okumaya bayılırdım. Yaşadığım şehre yaz havası erkenden gelirdi. Çoğu günler okuldan eve geldiğimde bir süre evde kimse olmazdı. Evin en sessiz ve serin odasına geçer, kitabımı alıp dizimi kırarak kitabın bana sunduğu evrene adeta ışınlanırdım. Çok severdim bu sessiz saatleri. Öyle ki, annem geldiğinde kapının sesini dahi duymadığım anlar olurdu, annem bu anların bazen kendisini korkuttuğunu söyler halen. Nasıl dalıyorsam artık o evrene...

     Okuduğum kitaplarda sıradan yaşamı olan bir genç olurdu ve gelişen olaylarla birlikte bu gencin hayatı birden değişirdi. Ya sihirli bir kapı olurdu, ya büyücülük okuluna giderdi, ya bulunduğu şehre bir vampir ailesi gelirdi :))) Evet, Alacakaranlık serisi benim gözdelerimdendi. Kim bilir penceremi açık bırakırsam Edward benim odama da gelirdi belki... Ama benim yaşadığım yer sürekli yağmur alan, kapalı havası olan bir yer değildi. Tüh, Edward buraya gelemezdi ki :))) 

     Sıradan yaşamı birden değişen ve başka bir evrende çok güçlü bir yeteneği olan roman karakterlerini hep sevdim. Onların varlığı bana da böyle bir dünyaya geçişin umudunu verirdi sanki. Çünkü bilirsin, ergenlik döneminde bulunduğun yer, yaşadığın hayat ve buradaki insanlar en basit tabirle sıkıcıdır. Sendeki olağanüstü cevheri kimsenin keşfedemeyeceği bir yerdir yaşadığın yer. Ne garip, şimdi zihnimi biraz o günlere odakladığımda, kitap okuduğum odaya gidebilir, sokaktan gelen çocuk seslerini duyabilir, odamın tavanına yansıyan ışık huzmesini görebilirmişim gibi...

   Şimdi bu anlara gitmenin keyfini hala içimde duyuyorum. Ama değişen şeylerden de çok memnunum. Eskiden sıkıcı gibi gelen her şey şimdi en sevdiğim şeyler hale geldi. Sıradanlıktan keyif aldığım, rutini sevdiğim, bendeki güzel özelliklere şükredip beni zora sokan yönlerimi de olduğu şekliyle kabul ettiğim yaşlardayım... Başıma gelen olumsuz bir durumu ya da hissettiğim bir duyguyu arkadaşımla paylaştığımda onun buna benzer bir yaşantısını dinlemeyi, onun da benimle aynı karmaşayı hissettiğini duymak beni normal hissettiriyor. Zor olan yaşantımı kabullenmemi kolaylaştırıyor. Kendimi çaresiz hissettiğimde aslında yaşamdaki kontrol alanımızın ne kadar sınırlı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek garip bir şekilde beni rahatlatıyor. Adını hatırlayamadığım bir dizide başroldeki karakter "Her şey benim yüzümden bu hale geldi." diyordu ve onun karşısındaki yaşça büyük adam da ona şöyle demişti: Sen kimsin ki her şey senin yüzünden olsun? :))) Bu sahne çok hoşuma gitmişti. Sahi biz kimiz ki? 

Lauren E. Bowman "Mutluluk" isimli şiirinde şöyle söylemiş:

" Mutluluk, birkaç kilo fazlayla barışmaktır.

Yorgun olmayı kabul etmektir.

Yaş almayı, yumuşamayı...

Yabani çiçek gibi değil, kök salmış bir meşe gibi olmaktır.

Mutluluk, sessizliğin içinde günlerce dinlenebilmektir.

Bir şey yapmadan, sadece var olmaktır.

Mutluluk, artık kendini küçültmemektir,

Bırakabilmektir.

Suçu, pişmanlığı...

Geçmişin yükünü ve geleceğin korkusunu...

Mutluluk, sadeliğin içindeki neşeyi keşfetmektir.

Küçük şeylerdeki güzelliği...

Gündelik olanda saklı gücü fark etmektir."


Magical Fantasy

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Dedikodu

   Bugün öğretmenler odasında otururken anladım ki, dedikodu yapmak da bir meziyet istiyor arkadaşlar. Gerçekten dedikodu deyip geçmeyin, hele de böyle söz konusu kişi ünvanı olan biriyse ve sosyal gözlem gücü de yüksekse, e paylaşmayı da seven bir ruhsa diyelim; dedikodu yapabilmek çok önemli oluyor...

    Mesela çalıştığım kurumda dedikodu edenlerden bir tanesi, ismine Ayşe diyeceğim, Ayşe Hanım sürekli şikayet havasında başlıyor olaya. " Dün gece başımı bir ağrı tuttu. Ama nasıl ağrıyor anlatamam. Ayakta duramadığımı anlayınca e yatayım bari diyorum. Kulaklarımda bir ses. O sese diyorum ki' Lütfen kes sesini. Şimdi seni dinleyecek havamda değilim.' Bana mısın demiyor? Kulak burun boğaz'a gittim kaç sefer, tomografiler mi çekilmedi, yok yok hiçbir şey yok! O halde geldim sabah oturuyorum şurada, arkadaşların dedikodusunu dinliyorum bir de. Hayır dedikodu ettikleri kişi de kendi arkadaşları. Neymiş efendim, kız safmış da kendini kullandırıyormuş da, hayır yani arkadaşı sizsiniz siz uyarın o zaman değil mi? Ne demeye benim ağrıyan başımı daha da ağrıtıyorsunuz. O ortamda bir şey söylesem Ayşe şöyle dedi diyecekler, ihale bana kalacak. Banane diyorum, zaten dedikodudan hiç hazzetmem. Beni biliyorsun Merve." hahahahah:)))) Merve de benim bu arada yanlış anlaşılmasın. Ama ben seni bilirim Ayşe Hanımcım :D Sen hiç merak etme :) 

   Sonra bu Ayşe Hanım'ın huyunu bilip onu gaza getiren bir grup vardır mesela. Yanlarından geçerken bile duyarım, yönetimle ilgili şöyle böyle derler, başka bir meslektaşları için 'işten kaytarıyor' temalı Ayşe Hanım'a  anlatır da anlatırlar. Ve Ayşe Hanım bir süre sonunda patlama yaşar. O an artık hedef gösterilen kimse bayağı ortamda sesler yükselir, birbirlerine olmadık şeyler söylerler. Bazen konudan habersiz, öylesine geçeceğim bir ortamda kavganın ortasına girmiş bulunurum ve Cennet Mahallesi Pembe gibi şaşkoloz bakakalırım. Zaten ortam da biraz o ortamdır :)) 

    Bugün ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. 9 senedir aynı kurumda Ayşe Hanım'la çalışıyorum. Dahası onu gaza getiren grup da hâlâ burada. Bu gruba eklenenler oldu, ayrılan olmadı her nedense. Henüz Ayşe Hanım'ın patladığı kişi olmadım. Kadir Gecesi mi doğdum ne yaptım ben :)) Neyse beni bilen bilir, ben dedikoduyu hiç sevmem zaten, ondandır o :)) 

Sertab Erener- O ye

6 Mayıs 2025 Salı

Pencerenin Önünde

     

  Okuldaki odamın penceresi yeşil bir bahçeye bakıyor. Ihlamur ağaçları var bu bahçede, pencere camına yaklaşıp sağ tarafa dönersem akasya ağacını görebilirim. Akasya ağaçlarını çok severim...

  Bahçenin hemen ardında bir yol var. Farklı kurumlara gidenler, oradan dönenler bazen bu yolu kullanıyor. Bazen sadece yoldan gelip geçenleri izlemek bile kafamı dağıtıyor. Dışarıdan odama yansıyan güneş ışınları beni bahçeye davet ediyor. Güneş ışınının camı aşıp tenimi ısıtması ne tatlı geliyor... Dumanı havada dans eden çayım elimdeyken geçtiğimiz haftayı düşünüyorum. 

  Geçen hafta çok zordu. Kızım hastaydı, hava kötüydü, okulda da gergin bir hava hakimdi. Hani bazen her şey üst üste gelir de pencereyi açıp "Yeteer!" diye bağırmak istersin. " Odalara sığdırmayan, dışarı çıkmaya da mecal bırakmayan bir his...

  Böyle günler geçirirken tek hedefim günü kurtarmak oluyor, günün sonunda hayatta kalabilmek... Uykuyla aram hiç olmadığı kadar iyi oluyor. Kaçış alanları yaratmaya çalışıyorum kendime.. Mutfakta, balkonda ya da okulda. Bu bahçe benim favori kaçış alanım olabilir artık :) 

  Bazen fazla farkındalık da zorlayıcı olabiliyor. Farkındayım ama harekete geçesim filan yok. Biraz farkındalık sularında kulaç atma isteğim var, yüzme bilmediğim gerçeğini hatırlıyorum. Yüzme bilmediğimi, sudan korktuğumu ve suyun beni kaldıracağına ikna olamadığımı söylediğimde, "Suya kendini teslim edersen yüzmeyi öğrenirsin." diyorlar. Belki de kendimi teslim etmem gerekiyor. Suya da yaşananlara da.... Olanı olduğu gibi kabul etmekte bir ferahlık var. 

 Bunları düşünerek kitabımı elime aldığımda daha önce not ettiğim şu sözler düşüyor önüme:

"Yola koyulmak lazım nehirler gibi...

Bazısı denize varıyor, bazısı varamıyor. 

Gitmenin varmakla bir ilgisi yok." 


Follow the sun